RÖPORTAJ

Azra Kohen:“VARLIK İÇİNDE HEDONİZMDE KAYBOLMUŞ BİR TOPLUMDAYIZ.”

Yazar  | 

“BEN SADECE BİR TAKIM FİKİRLERE, DÜŞÜNCELERE ARACI OLUYORUM. EVREN HAZIR OLANI, ANALİZ EDENİ BİLGİYİ İNDİRMEK İÇİN SEÇİYOR; VERİMLİ BİR TOPRAK GİBİ, TOHUM ORAYA DÜŞÜYOR’’ DİYOR “Fİ”, “Çİ”, “Pİ”NİN YAZARI AZRA KOHEN. KİTAPLARI EN ÇOK SATANLAR LİSTESİNDE AYLARDIR EN ÜST SIRAYI KORUYAN AZRA KOHEN İLE YAPTIĞIM SÖYLEŞİDE MÜTHİŞ BİR BİRİKİM, ARAŞTIRMA VE ÇOK ÇALIŞMANIN DERİN İZLERİNİ HİSSETMEMEK, ONUN ÇEKİM ALANINA GİRMEMEK İMKANSIZDI…

Röportaj: Sim Yener

Genç yaşında sosyoloji, psikoloji, biyoloji, astroloji analizleriyle yoğrulmuş, toplumun başıboş lokomotiflerinin harekete geçmesi için emek harcayan, dünyayı bizden nasıl kurtarabiliriz felsefesi ile kendi içine dönen bir Amazon kadını o. “Merakımı ehilleştirmeyi başardım; insanlar çiftleştikçe cinselliği yazacağım.” diyor Kohen. Derin ama hayatı hafife alan Azra Kohen’den yeni kitapların ve serilerin müjdesini de aldık. “Kimsenin merakının tuzağı olmak istemiyorum. Merakı, tuzağa düşmüş insan kesinlikle ilerleyemiyor. Merakın kendine dönecek ve kendine odaklanacaksın.” felsefesini savunan Kohen, kendisini değil kitaplarını anlatmak şartıyla söyleşiyi kabul etti. Yine de az da olsa merakın tuzağına düştük…

Kitaplarından başlamak istiyorum. Karakterler, denge merkezi ve bazı olaylar günümüzden ama bir o kadar da farklı. Ne kadarı gerçek ne kadarı hayal? Nasıl bir süreçte yazıldı?

Benim işim aslında dengesizlik. Kitapta her şey biraz hayal biraz gerçek.  Öyle olmak zorunda, aksi halde karakterlere saygısızlık olurdu; ben magazinci değilim sonuçta. Dedikodu yazarı da değilim. Hikayeyi derslerimizi alabilecek şekilde yazmaktı amacım. Bunu başardığımı düşünüyorum. 12 senedir psikoloji üzerine çok çalışıyorum, araştırmalar yapıyorum. Aslında istediğim, insanlar araştırsınlar, yazdıklarımın derinine insinler. Etrafımdakiler kitap yazarken deli gibi bakar. Çocuğumu doğum gününe götürürüm, sonra kulaklığımı takar yazmaya başlarım. Tatile gittiğimde, arabamda bile yazarım. Önce kafamda yazarım sonra kağıda dökerim.

Kitapların çok sattı. Doğru anlaşıldığına inanıyor musun?

Benim tanıdığım herkes “Pi”ye bayıldı. “Fi” ve “Çi”den sonra şimdi tam anlaşıldım. Hemfikir olduk. Bir araya geliyoruz, yoldan, yöntemlerden bahsediyoruz. Dünyayı nasıl kurtarırız, dünyayı kendimizden nasıl kurtarırız şeklinde. Ben akıllı insanlarla, kendisi olabilen insanlarla arkadaşlık etmeye özen gösteriyorum. Komik olsun, antipatik olsun ama kendisi olsun, samimi olsun. Bu tür insanlar saçmasalar da tolere edebiliyorum. Biliyorum ki saçmalamaları sahtelikten değil. Muhatap olduklarım, okuyanlar demeyi sevmiyorum, anlayan diyeyim, arkadaşlarım artık. Çünkü artık arkadaş gibiyiz, birbirimizi anlıyoruz, paylaşıyoruz. Hepsiyle yazışıyorum. Ben onları çok sahiplendim. Yüz yüze geldiğim ya da telefonda görüştüğüm az insan var ama birbirimizi anlayan bir topluluğuz.

‘’Fi’’ 200. baskıda. Birçok yazarın hayal dahi edemeyeceği ilk kitap başarısını yakaladın ama kendini yazar olarak görmüyorsun?

Ben yazar değilim. Beni bir takım edebiyat dergilerinden aradılar, kitaplarımı yarışmalara sokmak istediler. Hatta kazanacaksın bile dediler. Sakın dedim. Ben olmadığım bir şeyin parçası olmak istemiyorum. Benim bir derdim var. Onun anlaşılmasını istiyorum. Bir araya gelip çözüm üretelim, adım adım çözüme hep birlikte gidelim istiyorum. Beni değil, BİZ’i sahiplensinler.

Sen kitaplarını nasıl tanımlarsın, Azra Kohen olarak nasıl kitaplar ‘’Fi’’,’’Çi’’,’’Pi’’?

Çok sıkı analizlerin olduğu samimi kitaplar. Özgündürler, hiçbir kitaba benzemezler, başka bir kitaptan çalıntı bir tek cümle bulamazsınız. Kendime duyduğum saygıdan dolayı koymam. İlk başta kitaplarım için “Grinin 50 Tonu”nun çakması dedikodusu çıkarılmaya çalışıldı. Ama okuyanlar bu dedikoduya çok güzel verdiler cevabını, zaten sonra ortaya çıktı ki, bunu ortaya atan başka bir yazar. Aynı anda kitap çıkarıyorsunuz biri satınca diğeri geride kalıyor gibi mi hissediyorlar anlamıyorum!  O yüzden benim edebiyatla falan işim yok, beni rahat bırakın diyorum. Benim yolculuğum başka. Şu an bir takım fikirlere ve düşüncelere aracı oluyorum; evren seçiyor aracı oluyorsunuz. Uygundum çünkü hazırdım. Analiz ediyordum, verimli bir toprak gibiydim, tohum oraya düştü. Ama unutmamak lazım bilginin sahibi, bilgiyi indiren kişi değil. Ne zamanki bilgiyi indiren kişi bilginin sahibiymiş gibi davranıyor, o zaman bilgiye haksızlık ediliyor. Yüzlerce okuduğum araştırmadan çıktı bu kitaplar. Bu araştırmaları yapan doktorlar, laboratuvar görevlileri var, çok değerliler…

Kitaplarının dizi ya da filmleri çekilecek mi? Bu kadar derin analizi olan kitaplar ekrana yansıdığında bazen yazarın anlatmak istediğinden uzaklaşıyor. Sen ne düşünüyorsun?

Çok teklif var. Türkiye’nin en iyi şirketleriyle görüştüm. Kitabın içindeki ana hikayeyi boşaltıp, aşk meşk olaylarını sadece yayınlamalarına asla izin vermem para için. Seriyi yazmamın nedeni para kazanmak değil. Bütün hikayesini koruyacak ancak benim denetimimden çıkmayacak olursa kabul edebilirim. Sinema-TV, biyoloji, sosyoloji, psikoloji okumamın bunun için faydası olmuş diye düşünüyorum. Senaryo ekibinin başında olmayalım. Asıl söylemek istediğim şeyleri çıkarırlarsa işte o zaman gerçekten “Grinin 50 Tonu” olur.(kahkahalar)

Bundan sonra yeni kitaplar var mı sırada?

Çok farklı projelerim var. Hiç yapılmamış şeyleri yapmak istiyorum. Kendi okuyacağım kitapları yazıyorum. Sonraki seriyi de öyle yazdım. “Aeden” ismindeki kitabımı yazdım. “Aeden”in devamı “Nakar” ama diğer kitaplarım gibi devam eden aynı karakterler olmayacak. “Aeden” bir ütopya, “Nakar”sa distopya..  Bilim kurgu bir hikaye; başka bir gezegende başlayıp, dünyaya geliyor. Aeden’den sonra “Dinle Beni” ve “İzle Beni” adlı seri iki kitabım daha var sırada. Önce Aeden, sonra “Dinle Beni”, sonra “Çocuk” ve “Nakar”, “Maço”. “Aeden” 2016’da yayınlanacak ama tarih vermek istemiyorum, çünkü sonra Bizimkiler lüzumsuz strese giriyor.

‘’Şöhret olan gençleri aslında çok hazırlanılarak gelinmesi gereken yerlere çok hazırlıksız koyuyoruz’’

Sinema-TV okudun. Nasıl oldu bu uyanışa geçiş sürecin?

Ben 16 yaşındaydım üniversiteye girdiğimde. Çok hızlı bizim eğitim sistemimiz. Kendinizi bulamadan üniversiteye giriyorsunuz. Etrafımda derin potansiyeli ama meraklarını doğru kullanamayan insanlar vardı. Ben de o insanların neden tam olamadıklarıyla ilgileniyordum. Bu noktada neden onlarla ilgileniyorum deyip kendime döndüm. Halit Refiğ’in yanında en genç yardımcı yönetmeni olarak çalıştım. Sette kahve getirerek başladım. İki senenin sonunda çok sıkı çalışarak -hiçbir şeyle övünemem ama çalışkanlığımla övünebilirim- kısa sürede sahneler çekmeye başladım. Ama yetmedi. Çektiğim dizilerin benim ruhuma hitap etmediğini görüyordum ama yine de devam ediyordum. Başarılı hissetmek çok büyük bir tuzak olabiliyor. Olay mastürbasyona döndü. Mesela sizle ben kumsalda kumdan kaleler yapıyoruz. Dünyanın en güzel kumdan kalelerini yapıyoruz, kendimizi çok iyi hissediyoruz ama dalga gelene kadar! Kumdan kaleyi çok iyi yapabiliriz ama neden, etkisi ne? Ne için?  Ben o plajdan çıkmak istedim. Eğer sinema-TV okumasaydım bu uyanışları yaşar mıydım bilemiyorum. Ortamlarda fark ettim ki, insanların idol olarak gördükleri, şöhret olan gençleri, aslında çok hazırlanılarak gelinmesi gereken yerlere çok hazırlıksız koyuyoruz. Daha olmadan örnek oluyorlar.

Günümüzün en büyük sorunları bunlar. İnsanlar okumuyor, araştırmıyor, kolay yoldan şöhret peşinde koşuyorlar…

Niye araştırsınlarki? Motive olmuyorlar. Motivasyonu örneklerden alıyoruz ve örneklerimiz yanlış. Doğru örnekler koyarsak motivasyon da olur. Biz poposunu sallayan kadınların ne kadar çok para kazandığını TV’lere, dizilere yığarsak, güzelliğin ne kadar para kazandırdığını akıllara kazırsak, üzerlerine taktıkları kurdelelerle genç kızları puanlarsak, bunları da dizilere koyarsak, alttan gelen nesil onları örnek alacak, güzelliğini satan, emeğinden değil hallerinden para kazanmaya çalışan bir toplum olacağız maalesef.

‘’Görmek istediğin ve asıl olanı görmek arasında çok büyük bir fark var’’

Çok materyalist bir dünyada yaşıyoruz. Bu sığ dünyada kendini nasıl buldun ve koruyabildin?

Düşündüklerimi analiz ederek kendime giden bir yoldayım diyebilirim ve çok değerli insanlarla sohbet ederek yolumu koruyorum.  Asla geyik muhabbetlerine, belirli bir zaman kotasının haricinde girmiyorum. Hayatım bir şeyin sürekli geyiğini yaptığım şeye dönüşmüyor. Bir şeyin geyiğini yaparken de bilimsel yapıyorum, sohbet konularını güzel seçiyorum. Hiçbir şeyin göründüğü gibi olmadığını anlamanın zamanındayız. Biz gördüğümüz kadarını zannediyorsak, bizim o gelişmemişliğimiz, kapasitemizdeki darlık algımızı etkiliyor. Aslında her şey gördüğün gibi ama sen kısıtlı görüyorsun; unutmamak lazım görmek istediğin ve asıl olanı görmek arasında çok büyük bir fark var.

Hala araştırmaya, öğrenmeye devam ediyorsun. Doktora yapıyorsun konusu nedir? Ne zaman bitecek?

Liverpool Üniversitesi’nde; biyoloji, sosyoloji, psikolojiyi birleştiren, nöropsilojik veriler üzerine odaklanmış biopsychosocial ekolünde psikoloji doktorası yapıyorum. Holistik yani bütünsel bir yaklaşımla eğitildim. Her şeyin birbiriyle ilişkili olduğu ve büyük resmi göremezseniz detaylara müdehale edemeyeceğinizi size ispatlayan çok ağır bir eğitim aldım, alıyorum. Her ay bir kere gidiyorum ayda 4 gün kalıyorum. 1,5 sene sonra bitecek. Günümüzde psikoloji, bilimsel tartışmalarda ciddi problemler yaşayan bir bilim dalı. Kişiler anlattıklarıyla ve psikoloğun gözlemleriyle değerlendiriliyor, hasta olup olmadığına hangi tedavi uygulanacağına psikolog karar veriyor. Benim okuduğum bölümde öyle şekle bakıp karar vermek yok çünkü hiçbir şeyin göründüğü gibi olmadığını biliyoruz! Nörolojik olarak da beyni anlamak şart! Psikolojik rahatsızlık dediğin şey beyindeki kimyasal dengesizlik demek, yani rahatsızlığı olan kişi bir takım hormonları dengeli üretemiyor demek. Biz kişisel önyargıyı ortadan kaldıracak bilimsel aletleri kullanarak karar verilmesi gerektiğini düşünüyoruz. Peki aletlerimiz gelişmiş mi? Henüz yeterince değil ama serotonin eksikliğiyle sancılanmış birine bir bakışta ilaç yazmaktansa kişinin hayatına bakıp analiz edip serotonin salgılamasını sekteye uğratan şartları teşhis edip durumu gerçekten çözmeye odaklanmak çok daha verimli oluyor.  Bağımlılarla dolu bir toplumdansa kendi problemlerini analiz ederek çözen, yaşantısına sürekli bir emek vermesi gerektiğine uyanmış bir toplumun parçası olmak istemez misiniz? Amerika psikologlar derneğinin kimyasal dengesilikleri tanımladığı “Diagnostic and Statistical Manual of Mental Disorders (DSM-5®)” teşhiş ve tanı katoloğundan ve hayatımızı bizim anlattıklarımızdan dinleyip hangi hormonu dışarıdan ne kadar almamız gerektiğine karar veren doktorlardan çok daha fazlasına ihtiyacımız var, ilgiye ihtiyacımız var. Ben ilaca karşı değilim ama bugünkü aldığı şekle karşıyım. Bir yakınını kaybediyor kişi, hemen ilaç veriliyor. Halbuki o acıyı insanın yaşaması lazım. Ölüm acısını yaşadığı zaman hayat onun vücuduna başka bir şey indirecek. Acı bilginin bedene inmesidir! Bir sonraki nesle anlatacak bir şeyimiz kalmıyor. “Bu durumu sen nasıl aşmıştın?” işte bu sorunun cevabı ilaç olmamalı. Hayatın felsefesini ilaçlara kaptırmamalıyız.

Astroloji ve psikoloji hayatında önemli. Nasıl bir ilişkisi var bu iki konunun?

Psikoloji ve astroloji eğitimi aldım. Astroloji eğitimimi Barış İlhan’dan aldım. Bu konuda tavsiye edebileceğim bir isim. Çok enteresan bir kadındır. Dümdüz konuşan biridir. Sonra yurt dışında eğitimlerime devam ettim. Yıllar önce psikoloji ile ilgilenmeye başladığımda fark ettim ki Carl Jung diye bir adam var. Freud çok biliniyor ama Carl Jung benim için psikolojinin çok önemli bir kişisidir. Bilgilerinden çok yararlandım. Carl Jung kendi seanslarında astrolojiyi kullanmış. Astrolojik datayı öyle güzel kullanmış ki, şöyle tasvirleri var; belirli açılar olduğunda daha şizofrenik eğilimler olabiliyor. İlk uyanış ben de o zaman oldu. İlk fark ettiğim şey şuydu; ben evren ile bilim olarak ilgileniyorum. Evrendeki bir gökcismin yeryüzündeki etkisini ölçebiliyorsunuz. Evrenin oluşma şeklinin, cisimlerinin ve o cisimlerin birbirleriyle ilişkilerinin yeryüzündeki yaşama nasıl yansıdığına dikkat etmek lazım. Güneşte bir patlama oluyor, dünyadaki yansımasını, etkisini görüyoruz. Tohumlanan bitkilerde, yer hareketlerinde, hayatın biyolojisinde de görüyoruz onun yansımasını. Kapasitemiz yettiği kadarını görüyoruz. Tekamül ettikçe gelişerek dahasını da göreceğiz, anlayacağız. Ama gökyüzünde kendi güneş sistemimizin içinde 10 cisim var. Biz sadece 10 cismin birbiri ile ilişkisini hala çok ilkelce hesaplıyoruz. Göktaşları ve meteorlar var. Bunları hesaplamak için çok ciddi bilgi birikimi lazım. O yüzden bazı şeyler tutmuyor gibi durabiliyor ama aslında tutmadığından değil toplamayı yaparken kullandığımız rakamlar eksik olduğundan. Simya ile, yani evrenin o anının dünyada nasıl yansıdığıyla ilgileniyorum. Tohum ekilme zamanı ayın döngülerine göre belirleniyor. O yüzden bazı işler yürümüyor, bazısı ise çok başarılı oluyor. Tohumu ayın döngülerine göre ekerseniz daha iyi verim alırsınız. Evrenle tanışmak lazım.

Halen seans yapıyor musun?

Yapamıyorum. Az kurşunum, çok hedefim var. Hedefleri arka arkaya dizip kurşunları atıyorum, o yüzden zamanımı iyi değerlendirmem lazım.(gülüyor)

Yeşil dünya, ekolojik değerler senin için önemli. Nükleer enerji yatırımları devam ederken, dünyanın geleceğini nasıl görüyorsun. Bunu başarmış ülkeler var mı?

Ben medeniyetleri harcadıkları enerjinin karşılığındaki geri kazanımlarına göre değerlendiririm. Attığı taş kaldırdığı kuşa değmiş mi?! Harcadıkları enerji neye mal oluyor işte o önemli. Bu çağda bir ülkenin nükleer enerjiye yatırım yapması benim için o ülkeyi sıfırlar. Dünyanın en büyük balyozunu yapmak gibi bir şey olur bu çağda. Düşünsenize insanlar Marsa koloni kuruyorlar sizin elinizdeyse dünyanın en büyük balyozu var! Üstelik o kadar ağır ki gösteriş olsun diye elinizde sallarken kendi kafanıza düşecek bir balyoz bu! Ancak yeşil enerjinin lideri haline gelirse alkışlarım. Bu konuda rüştünü ispatlamış en iyi ülke var: Finlandiya. “Beyaz Zambaklar Ülkesinde”  kitabı Finlandiya’nın nasıl kurulduğunu anlatır. Bu kitabın mutlaka okunması gerektiğine inanıyorum. Bence Finlandiya yaşanacak birinci ülke. Tamam, soğuk ve magazin olarak çok gelişmiş değil, kızların poposunu puanlamıyorlar ama çocuklarını çok güzel yetiştiriyorlar. Temiz enerjiye geçmiş durumdalar. Buzun içinde tarım yapabiliyorlar. Finlandiya, Norveç bence yaşanabilecek ülkeler. Freigburg şehriyse enerji anlamında takip edilmesi gereken bir şehir.

Doğal yaşam çiftlik projen ne durumda?

İki sene içerisinde çiftliğin temeli atılıyor, yerler belli. Çiftliğin bir enerji ekibi, eğitim ekibi var. Ben de bu ekiplerin bir parçasıyım. En çok ben çalışıyorum. Tatillerde bile çalışıyorum. Çünkü benim dinlenmem çalışmak. Bu benim için yapmak zorunda olduğum bir şey. Bunun için doğmuşum ve ancak bunu yapınca bu gezegenden ayrılmama izin verilecek diye düşünüyorum. Eğlenmeye oyun oynamaya, hedonizme yöneltilmiş bir gençlik var. Onlara örnek lazım. O örneği oluşturabilirsek çocuklarını oraya yaz kampına göndermek isteyecekler. Çocuklar tarlada, serada çalışarak öğrenecek. Toprağı, devinimlerini tanıyan insan hayatı tanır.

‘’Para bir zehir, eğer amaca hizmet ettirtmezsen’’

Göktürk’te yaşıyorsun. Nasıl görüyorsun çevrendeki insanları?

Göktürk’te problem var. Para bir zehir, eğer amaca hizmet ettirtmezsen. Çocuklara verilebilecek en büyük zehir para, ikincisi de şeker. Para ve şeker veren zengin insanlar hep çevremizde. Büyükanneler ve büyükbabalar şeker vererek çocukların kanserli hücrelerini beslediklerini artık anlamalılar. Para ve şekerin çok dikkatli dozajda kullanılması gerektiğine inanıyorum. Seviyorum burada yaşamayı, yaşamaya da devam edeceğim. Özellikle Göktürk’te, bunca varlık içinde o varlığı nasıl kullanamadığını gördüğüm bir sürü aile var etrafımda; bunun sancısı var. Halbuki bu insanlar toplumun lokomotifleri olmalılar. Çünkü zenginlik kişiye toplumun lokomotifi olma sorumluluğunu getirebilir. Arkadan gelen varlıksız insanları varlığını kullanarak doğru yöne çekebilirsin. İnsanlık tarihinde zenginler daima örnek alınmışlar. Biz öyle bir toplum olduk ki varlık içinde hedonizme bürünmüş durumdayız. Ben kendimi bundan ayırıyorum çünkü ben keyif için yaşamıyorum, keyfim kısıtlıdır. Kısıtlarım. Keyiflerinizi yönetmeye başladığınızda, neden keyif aldığınızı seçtiğinizde otomatik olarak üretime geçiyorsunuz. Çaylarda, kahvelerde, anlamsız kadın toplantılarında gereksiz zaman kaybeden insanları sistemden çıkarabilirsek, eğer o anneleri kurtarabilirsek dünyayı kurtarabiliriz. Göktürk toplumun lokomotiflerinin yaşadığı yerlerden biri aslında ama kendilerini kenara çekmişler keyifteler, başıboş vagonların etrafta başıboş, sağdan sola gitmesine, sürü olmalarına kızıyorlar. Düzen mi istiyorsun o zaman harekete geç!

Neden olduk böyle?

Hedonizm, keyifçilik yüzünden. Paraya kavuşmuş olan insanların hedonizmde kaybolması yüzünden böyle olduk. Zamanında keyfe dalıp keyfin içinde kaybolmak yerine bir takım değerleri korumakla ilgili, sadece kendi değerlerine değil kendisinin dışındaki değerlere de sahip çıkmadıkları için böyle oldu. Kendi keyfimiz kaçmasın diye adaleti kafamıza göre kullandığımız için şimdi kafaya göre kullanılan adaletin nasıl da can yaktığını öğretiyor hayat bize. Önce sakin olup anlamak lazım karşı tarafı. Sadece anladığın şeyi çözebilirsin. Her iki uçtaki şekilcilerden arınılması lazım. Şekilcilerin ortasında kalmışız. Sahiciler yok.

‘’Her şeye rağmen ne kadar doğruda durabileceğimin testindeyim.’’

Hepimiz bu toplumun birer küçük yansımasıyız aslında. Sen kendini bunların arasında nasıl değerlendiriyorsun?

Benim gönlüm rahat olduktan sonra kimse beni sevmesin, benim hesabım vicdanımla. Bu gezegende yaşayan herkes aslında ben. Kendi kombinasyonlarımla aynı zaman dilimi içerisinde aynı anda farklı olasılıklarımla bir arada yaşıyorum. Niye, çünkü test ediliyorum. Her şeye rağmen ne kadar doğruda durabileceğimin testindeyim. Olaylar iyiyken, hayat kolayken iyi olmak çok kolay. Olaylar zorlaştığında, birincil ihtiyaçların karşılanmadığında -açlık gibi, uykusuzluk gibi, çocuğunun açlığı gibi- iyi insan olabiliyor musun asıl mesele bu! Bunun testindeyiz. Yoğunlaştırılmış bir test seçtiğime inanıyorum kendi açımdan. Beni çok sinirlendirecek davranışlara kızıyorum ama insanlara kızamıyorum artık çünkü o da testte, o da ben. Birinin yeme atladığını görünce üzülüyorum.

Psikoloji ve erotizm kitapta çok etkin. Neden?

Aslında o kadar da etkin değil toplam 8 sahne var Fi’de, 600 sayfada 8 sahne! Ama bazıları herhalde bir türlü aklından çıkaramıyor sadece o sahneleri. Ayrıca psikolojiyi cinsellikten, cinselliği psikolojiden çıkarmazsın ki! Çok anlamsız olurdu. Freudyen bir bakış açısı ile söylemiyorum, gerçekten bu iki kavram iç içe örülmüşler. Eğer gerçek bir şey anlatmak istiyorsan malzeme orda dururken neden analizini yapmayalım. İnsanlar sevişmeyi bıraktığında ben de yazmayı bırakacağım. (gülüyor)

Biraz da aile yaşamın… Nasıl bir ilişkin var eşinle?

Çok güzel bir eşim var. Her olgunun felsefi sohbetlerini yaptığım biri.

Ruh eşin mi?

Sanıyorum ruh eşim. Sanıyorum diyorum çünkü iddialı olmak iyi bir şey değil, büyük konuşanlara hayat tam tersini gösteriyor. Ama başkası ile evlenmezdim. Evlenebileceğim tek kişiyi bulduğuma inanıyorum.

Birbirinizi tamamlıyor musun?

Evet, yoksa bir erkeği alıp da bakmanın ne anlamı var (kahkahalar).

Kitapta pek tamamlayan ilişki yok ama…

Ben kendimi yazmadım. Kitapta ben yokum, toplum var.

Peki ya çocuk?

Eşimin çoğalmasını istedim. O yüzden çocuk yaptık. Annelik çok özel bir duygu, anne olmayı seviyorum. Üstelik bakıcıyla değil de kendiniz yetiştiriyorsanız çok emek istiyor. Heykel yapmak gibi. Sürekli değişen bir şekli kalıba sokmak değil amaç, sürekli değişen şeklin kendi formunu alması için destek olmak.

Psikologlar ilk anneyle ilişkileri sorarlar. Senin annenle ilişkin nasıl, nasıl biri?

Annem çok düzgün bir kadın. Her şeyi tek başına yapabilen biri. Güçlü. Dominanttır. Dominantın altında ya ezileceksiniz ya da dominant olacaksınız. Biz ezilmedik. Kitabı yazarken annem ilk başta ürktü, keşke adını koymasaydın dedi. Kitaba psikolojik ilişki üzerinden girdim insanlar kapılsın diye. Tedirgin oldu, seansını yaptığın insanların hayat hikayesini mi yazacaksın, kızım bu çok ayıp dedi. Sonra kitabı okudu, Allah senden razı olsun dedi.

Bundan sonrası için neler planlıyorsun?

Eğitimim, oğlum, eşim, çiftlik ve BİZ. Hayatım bundan ibaret. Eğer saçmalamazsanız, yola niçin çıktığınızı unutmazsanız çok keyifli bir yolculuk. Yola niçin çıktığınızı unutursanız, kendinizi kendinize hatırlatmazsanız kaybolursunuz. Biz varız, eşim ve oğlum var bana niye burada olduğumu hatırlayacak.

Nasıl bu kadar zayıf kalabiliyorsun?

Dengeli ve güzel beslenerek. Sürekli yemek yiyerek ama doğru şeyler yiyerek. Paketlenmiş hiçbir gıda tüketmiyorum. Sebzemi, meyvemi doğru yerlerden alıyorum. Hormonlu çilek yemiyorum mesela.

Bu yaşta bu kadar derin düşünce, yorulmuyor musun hayatı bu kadar ciddiye almaktan? Biraz rahat ol , bırak kendini hayatın akışına demek geliyor insanın içinden seni tanıyınca..

Tam tersi, bakmazsam yoruluyorum. Benim evimde kurduğum küçük bir ekolojik sistemim var. Sistemin bir tarafı eksik kaldığında zincirleme reaksiyonla diğerlerini de etkiliyor. Benim mutlu bir insan olmam lazım o ekolojik sitemin çalışması için. Mutlu olmak için de sağlıklı seratonin seviyesi salgılamam lazım. Sağlıklı beslenmezsem seratonin salgılayamam, öğrenme zorluğum olur, bundan da mutsuz olurum… Her şey birbirine bağlı. Hayatımı iyi planlarım. Çok rahat ve keyifli görünürüm ama bir olay oluyor benim müdahale etmem gereken, hemen müdahale ederim. Ve aslında çok keyif alırım hayattan. Beni yanlış tanımanızı istemem, ağır biri olarak. Derin şeyler aslında çok hafiftir. Ben de hayatı keyif alarak yaşamaya inanıyorum. Her şeyimi keyifle yaparım. Kızmanın bile tadını çıkarırım. Hiç kimseyi yargılamamaya çalışırım, anlamaya çalışırım.

 

 

azra kohen

Bir önceki yazımız olan “OYUNCULUK İLK AŞKIMDI!’’ başlıklı makalemizde aşkımemnu, gönülişleri ve kıvançtatlıtuğ hakkında bilgiler verilmektedir.